| Romantik Aşk Şiirleri | Kısa ve Uzun En Güzel Aşk Şiirleri | ||||
|---|---|---|---|---|
| Ahmet Telli | edip cansever | Sunay Akın kısa | pir sultan abdal | ümit yaşar oğuzcan |
| özdemir asaf | orhan veli kanık | nazım hikmet aşk | necip fazıl kısakürek | aşık mahsuni şerif |
ناظم حکمت در 15 ژانویه 1902 در سالونیکا، امپراتوری عثمانی (تسالونیکی، یونان کنونی)، جایی که پدرش در خدمات خارجی خدمت میکرد، به دنیا آمد. او در سنین پایین از طریق مادر هنرمند و پدربزرگ شاعرش در مسیر یادگیری شعر قرار گرفت و اولین شعرهایش در هفده سالگی منتشر شد.
حکمت که در استانبول بزرگ شد، پس از جنگ جهانی اول، ترکیه تحت اشغال متفقین را ترک کرد و به مسکو رفت و در آنجا به دانشگاه رفت و با نویسندگان و هنرمندانی از سراسر جهان آشنا شد. پس از استقلال ترکیه در سال 1924، او به ترکیه بازگشت اما به زودی به دلیل کار در یک مجله چپ دستگیر شد. او موفق شد به روسیه فرار کند و در آنجا به نوشتن نمایشنامه و شعر ادامه داد.
در سال 1928، عفو عمومی به حکمت اجازه داد به ترکیه بازگردد و در طول ده سال بعد، نه کتاب شعر - پنج مجموعه و چهار شعر بلند - منتشر کرد و در عین حال به عنوان مصحح، روزنامهنگار، فیلمنامهنویس و مترجم کار میکرد. او برای آخرین بار در سال 1951، پس از گذراندن محکومیت طولانی در زندان به دلیل اعمال رادیکال خود، ترکیه را ترک کرد و در اتحاد جماهیر شوروی و اروپای شرقی زندگی کرد و در آنجا به کار برای آرمان های کمونیسم جهانی ادامه داد.
بسیاری از آثار حکمت به انگلیسی ترجمه شده اند،
حکمت در سال 1963 بر اثر سکته قلبی در مسکو درگذشت. اولین شاعر مدرن ترک، او در سراسر جهان به عنوان یکی از شاعران بزرگ بین المللی قرن بیستم شناخته می شود.
اشعار ناظم حکمت
Ben senden önce ölmek isterim. Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun? Ben zannetmiyorum bunu. İyisi mi, beni yaktırırsın, odanda ocağın üstüne korsun içinde bir kavanozun. Kavanoz camdan olsun, şeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin... Fedakârlığımı anlıyorsun : vazgeçtim toprak olmaktan, vazgeçtim çiçek olmaktan senin yanında kalabilmek için. Ve toz oluyorum yaşıyorum yanında senin. Sonra, sen de ölünce kavanozuma gelirsin. Ve orda beraber yaşarız külümün içinde külün, ta ki bir savruk gelin yahut vefasız bir torun bizi ordan atana kadar... Ama biz o zamana kadar o kadar karışacağız ki birbirimize, atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düşecek. Toprağa beraber dalacağız. Ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse sapında muhakkak iki çiçek açacak : biri sen biri de ben. Ben daha ölümü düşünmüyorum. Ben daha bir çocuk doğuracağım. Hayat taşıyor içimden. Kaynıyor kanım. Yaşayacağım, ama çok, pek çok, ama sen de beraber. Ama ölüm de korkutmuyor beni. Yalnız pek sevimsiz buluyorum bizim cenaze şeklini. Ben ölünceye kadar da bu düzelir herhalde. Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde? İçimden bir şey : belki diyor.
Belki Ben
Belki ben o günden çok daha evvel, köprü başında sallanarak bir sabah vakti gölgemi asfalta salacağım. Belki ben o günden çok daha sonra , matruş çenemde ak bir sakalın izi sağ kalacağım... Ve ben o günden çok daha sonra: sağ kalırsam eğer, şehrin meydan kenarlarında yaslanıp duvarlara son kavgadan benim gibi sağ kalan ihtiyarlara, bayram akşamlarında keman çalacağım... Etrafta mükemmel bir gecenin ışıklı kaldırımları Ve yeni şarkılar söyleyen yeni insanların adımları...
Bence Şimdi Sen De Herkes Gibisin
Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor Onlardan kalbime sevda geçmiyor Ben yordum ruhumu biraz da sen yor Çünkü bence şimdi herkes gibisin Yolunu beklerken daha dün gece Kaçıyorum bugün senden gizlice Kalbime baktım da işte iyice Anladım ki sen de herkes gibisin Büsbütün unuttum seni eminim Maziye karıştı şimdi yeminim Kalbimde senin için yok bile kinim Bence sen de şimdi herkes gibisin
Ben Senden Önce Ölmek İsterim
Ben senden önce ölmek isterim. Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun? Ben zannetmiyorum bunu. Iyisi mi,beni yaktırırsın, odanda ocağın üstüne korsun içinde bir kavanozun. Kavanoz camdan olsun, şeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni gorebilesin Fedakarliğimi anlıyorsun vazgeçtim toprak olmaktan, vazgeçtim çiçek olmaktan senin yanında kalabilmek için. Ve toz oluyorum yaşiyorum yanında senin. Sonra, sen de ölünce kavanozuma gelirsin. Ve orada beraber yaşarız külümün içinde külün ta ki bir savruk gelin yahut vefasız bir torun bizi ordan atana kadar... Ama biz o zamana kadar o kadar karışacağız ki birbirimize, atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düşecek. Toprağa beraber dalacagız. Ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasndan nemlenip filizlenirse sapında muhakkak iki çiçek açacak : biri sen biri de ben. Ben daha ölümü düşünmüyorum. Ben daha bir çocuk doğuracağım Hayat taşıyor içimden. Kaynıyor kanım. Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok, ama sen de beraber. Ama ölüm de korkutmuyor beni. Yalnız pek sevimsiz buluyorum bizim cenaze şeklini. Ben ölünceye kadar da Bu düzelir herhalde. Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde? Içimden bir şey : belki diyor.
Beş Satırla
Annelerin ninnilerinden spikerin okuduğu habere kadar, yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı, anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık, anlamak gideni ve gelmekte olanı.
Bir Ayrılış Hikayesi
Erkek kadına dedi ki: - Seni seviyorum, ama nasıl? avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya, çıldırasıya... Erkek kadına dedi ki: - Seni seviyorum, ama nasıl? kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beşyüz yüzde hudutsuz kere yüz... Kadın erkeğe dedi ki: - Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana... Ve artık biliyorum: Toprağın Yüzü güneşli bir ana gibi En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini... Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olanın parmaklarına başımı kurtarmam kâbil değil! Sen yürümelisin, yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak... Sen yürümelisin, beni bırakarak... Kadın sustu. SARILDILAR Bir kitap düştü yere... Kapandı bir pencere... AYRILDILAR...
Bir Küvet Hikayesi
Süleyman'a karısı telefon etti : — Konuşan ben, ben, Fahire. Tanımadın mı sesimden? Demek çok bağırdım birdenbire. Çığlık mı? Belki... Hayır, çocuklar hasta değil. Dinle beni : İşini bırak da gel, çabuk ol ama. Telefonda anlatamam, olmaz. Daha kıyamet kadar vakit var akşama. Saatlar, saatlar, kıyamet kadar. Sorma. Dinle beni... Hemen vapur bulamazsan Üsküdar'a kayıkla geç. Bir taksiye atla. Paran yoksa patrondan avans al. Yolda hiçbir şey düşünme, mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış. Yalan kuvvetliye söylenir ben kuvvetsizim. Alay etme kuzum. Evet kar yağacak, evet hava güzel. Koynuna girdiğim adam gibi kocam gibi değil, büyüğüm, akıllım, babam gibi gel... 2 Geldi Süleyman, Fahire, kocası Süleyman'a sordu : — Doğru mu? — Evet. — Teşekkür ederim Süleyman. Bak işte rahatladım. Bak işte ağlamıyorum artık. Nerde buluşuyordunuz? — Bir otelde. — Beyoğlu tarafında mı? — Evet. — Kaç defa? — Ya üç, ya dört. — Üç mü, dört mü? — Bilmiyorum. — Bunu hatırlamak bu kadar mı güç Süleyman? — Bilmiyorum. — Demek ki bir otel odasında. Kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi. Bir İngiliz romanında okudum, bu işlere yarayan otellerde kırık küvetler varmış. Sizinkinde de var mıydı Süleyman? — Bilmiyorum. — Hele düşün, toz pembe çiçekli, kırık bir küvet? — Evet. — Hiç hediye verdin mi? — Hayır. — Çukulata, filân? — Bir defa. — Çok mu seviyordun? — Sevmek mi? Hayır... — Başkaları da var mı Süleyman? — Yok. — Olmadı mı? — Hayır. — Bunu sevdin demek... Başkaları da olsaydı daha rahat ederdim... Çok mu güzel yatıyordu? — Hayır. — Doğru söyle, bak ne kadar cesurum... — Doğru söylüyorum... — Zaten gösterdiler bana. İnek gibi karı. Belimden kalın bacakları... Fakat zevk meselesi bu... Bir sual daha, Süleyman : Niçin? — Bilmiyorum... Karanlıkta pencerenin hizasında karlı, ağır bir çam dalı. Bir hayli zaman oldu sofada asma saat on ikiyi çalalı. 3 Süleyman'ın karısı Fahire şunları anlattı kocasına ertesi gün : — ... Dayanılmaz bir acı halindeydi kendime karşı duyduğum merhamet, ölmeye karar verdimdi, Süleyman... Annem, çocuklarım ve en önde sen bulacaktınız karda ayak izlerimi. Bekçi, polisler, bir tahta merdiven ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız arka arsada bostan kuyusundan. Kolay mı? Gece bostan kuyusuna doğru yürümek, sonra kenarına çıkıp durarak baş aşağı atlamak karanlığına? Fakat bulmadınızsa eğer karda ayak izlerimi sade korktuğumdan değil. Bekçi, merdiven, polisler, dedikodu, kepazelik, aldatılmış bir zevcenin intiharı : komik. Niçin öldüğümü anlatmak müşkül. Kime? Herkese, sana meselâ. İnsan, ölmeye karar verirken bile insanları düşünüyor... Sen yatakta uyuyordun yüzün rahat, her zaman nasıl uyursan ondan evvel ve o varken. Dışarda kar yağmaya başladı. Bir tek gecelikle çıkmak balkona : Zatürree ertesi gün, nümayişsiz ölüvermek. Hayır, hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali. Yaktım sobamızı. İyice ısınmak lâzım ilkönce. Ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış. Pencereye, kara bakıyorum : «Eşini gaip eyleyen bir kuş gibi kar geçen eyyamı nev baharı arar...» Babam bu şiiri çok severdi. Sen beğenmezsin. «Sağdan sola, soldan sağa lerzânı girizan...» Lambayı söndürmeden balkona çıktım. « ... gibi kar düşer düşer ağlar...» Oturdum balkonda iskemleye. Havada çıt yok. Karanlık bembeyaz. Uykudayım sanki. Sanki çok sevdiğim bir insan korkarak beni uyandırmaktan yumuşacık dolaşıyor etrafımda. Üşümüyordum. Kederim duruluyor berraklaşıyor. Odanın camlı kapısından balkona vuran ışık sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin. Ben rehavetli bir mahzunluk içinde acayip şeyler düşünüyordum : Feneryolu'ndaki çınar 150 yaşındaymış. Ömrü bir gün süren böcekler. Gün gelecek insanlar çok uzun çok bahtiyar yaşayacaklar. İnsanın yüreği ve kafası var... İnsanın elleri... İnsan? Ne zamanki, nerdeki, hangi sınıftan? Onların insanları, bizim insanlarımız. Ve her şeye rağmen yeni bir dünya için yapılan kavga. Sonra sen ben bir kırık küvet ve benim kendime karşı duyduğum merhamet... Kar durdu. Sökmek üzre şafak. Utanarak odaya döndüm. O anda uyansaydın sarılıp boynuna... Uyanmadın. Evet, çok şükür nezle bile değilim. Şimdi? Zaman zaman hatırlayıp zaman zaman unutacağım. Yine yan yana yaşayacağız beni sevdiğine emin olarak. 4 Altı ay kadar geçti aradan. Bir gece karı koca denizden dönüyorlardı. Gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı. Fahire birdenbire durdu baktı muhabbetle kocasının gözlerine ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu. 16.8.1940
Bugün Pazar
Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak bu kadar mavi bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldamadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben... Bahtiyarım...
Bulutlar Adam Öldürmesin
Analardır adam eden adamı aydınlıklardır önümüzde gider. Sizi de bir ana doğurmadı mı? Analara kıymayın efendiler. Bulutlar adam öldürmesin. Koşuyor altı yaşında bir oğlan, uçurtması geçiyor ağaçlardan, siz de böyle koşmuştunuz bir zaman. Çocuklara kıymayın efendiler. Bulutlar adam öldürmesin. Gelinler aynada saçını tarar, aynanın içinde birini arar. Elbet böyle sizi de aradılar. Gelinlere kıymayın efendiler. Bulutlar adam öldürmesin. İhtiyarlıkta aklına insanın, tatlı anıları gelmeli yalnız. Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın, efendiler, siz de ihtiyarsınız. Bulutlar adam öldürmesin.
Bulut mu Olsam
Denizin üstünde ala bulut yüzünde gümüş gemi içinde sarı balık dibinde mavi yosun kıyıda bir çıplak adam durmuş düşünür. Bulut mu olsam, gemi mi yoksa? Balık mı olsam, yosun mu yoksa?.. Ne o, ne o, ne o. Deniz olunmalı, oğlum, bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.
Bu Vatana Nasıl Kıydılar
İnsan olan vatanını satar mı? Suyun içip ekmeğini yediniz. Dünyada vatandan aziz şey var mı? Beyler bu vatana nasıl kıydınız? Onu didik didik didiklediler, saçlarından tutup sürüklediler. götürüp kâfire : "Buyur..." dediler. Beyler bu vatana nasıl kıydınız? Eli kolu zincirlere vurulmuş, vatan çırılçıplak yere serilmiş. Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş. Beyler bu vatana nasıl kıydınız? Günü gelir çarh düzüne çevrilir, günü gelir hesabınız görülür. Günü gelir sualiniz sorulur : Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Büyük İnsanlık
Büyük insanlık gemide güverte yolcusu tirende üçüncü mevki şosede yayan büyük insanlık. Büyük insanlık sekizinde işe gider yirmisinde evlenir kırkında ölür büyük insanlık. Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter pirinç de öyle şeker de öyle kumaş da öyle kitap da öyle büyük insanlıktan başka herkese yeter. Büyük insanlığın toprağında gölge yok sokağında fener penceresinde cam ama umudu var büyük insanlığın umutsuz yaşanmıyor. 7 Ekim, Taşkent, 1958
Ceviz Ağacı
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz, Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı\'nda, Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz. Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı\'nda. Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl. Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril, Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil. Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var. Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul\'a. Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım. Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul\'u. Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı\'nda. Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Davet
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket, bizim. Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim. Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu, bu dâvet bizim.... Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim...
Dünyanın En Tuhaf Mahluku
Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. Serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin. Midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat. Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef. Koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf. Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, - demeğe de dilim varmıyor ama - kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
Gözlerin
Gözlerin gözlerin gözlerin, ister hapisaneme, ister hastaneme gel, gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte, şu Mayıs ayı sonlarında öyledir işte Antalya tarafında ekinler seher vakti. Gözlerin gözlerin gözlerin, kaç defa karşımda ağladılar çırılçıplak kaldı gözlerin altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak, fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar. Gözlerin gözlerin gözlerin, gözlerin bir mahmurlaşmayagörsün sevinçli bahtiyar alabildiğine akıllı ve mükemmel dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın. Gözlerin gözlerin gözlerin, sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa\'nın ve yaz yağmurundan sonra yapraklar ve her mevsim ve her saat İstanbul. Gözlerin gözlerin gözlerin, gün gelecek gülüm, gün gelecek, kardeş insanlar birbirine senin gözlerinle bakacaklar gülüm, senin gözlerinle bakacaklar.
Güneşi İçenlerin Türküsü
Bu bir türkü:- toprak çanaklarda güneşi içenlerin türküsü! Bu bir örgü:- alev bir saç örgüsü! kıvranıyor; kanlı; kızıl bir meş\'ale gibi yanıyor esmer alınlarında bakır ayakları çıplak kahramanların! Ben de gördüm o kahramanları, ben de sardım o örgüyü, ben de onlarla güneşe giden köprüden geçtim! Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi. Ben de söyledim o türküyü! Yüreğimiz topraktan aldı hızını; altın yeleli aslanların ağzını yırtarak gerindik! Sıçradık; şimşekli rüzgâra bindik!. Kayalardan kayalarla kopan kartallar çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını. Alev bilekli süvariler kamçılıyor şaha kalkan atlarını! Akın var güneşe akın! Güneşi zaptedeceğiz güneşin zaptı yakın! Düşmesin bizimle yola: evinde ağlayanların göz yaşlarını boynunda ağır bir zincir gibi taşıyanlar! Bıraksın peşimizi kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar! İşte: şu güneşten düşen ateşte milyonlarla kırmızı yürek yanıyor! Sen de çıkar göğsünün kafesinden yüreğini; şu güneşten düşen ateşe fırlat; yüreğini yüreklerimizin yanına at! Akın var güneşe akın! Güneşi zaptedeceğiz güneşin zaptı yakın! Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk! Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız, toprak kokuyor bakır sakallarımız! Neş\'emiz sıcak! kan kadar sıcak, delikanlıların rüyalarında yanan " o an" kadar sıcak! Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak, ölülerimizin başlarına basarak yükseliyoruz güneşe doğru! Ölenler döğüşerek öldüler; güneşe gömüldüler. Vaktimiz yok onların matemini tutmaya! Akın var güneşe akın! Güneşi zaaaptedeceğiz güneşin zaptı yakın! Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor! Kalın tuğla bacalar kıvranarak ötüyor! Haykırdı en önde giden, emreden! Bu ses! Bu sesin kuvveti, bu kuvvet yaralı aç kurtların gözlerine perde vuran, onları oldukları yerde durduran kuvvet! Emret ki ölelim emret! Güneşi içiyoruz sesinde! Coşuyoruz, coşuyor!.. Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor! Akın var güneşe akın! Güneşi zaaaaptedeceğiz güneşin zaptı yakın! Toprak bakır gök bakır. Haykır güneşi içenlerin türküsünü, Hay-kır Haykıralım!
Hasret
Denize dönmek istiyorum! Mavi aynasında suların: boy verip görünmek istiyorum! Denize dönmek istiyorum! Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider! Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder. Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter. Ve madem ki bir gün ölüm mukadder; Ben sularda batan bir ışık gibi sularda sönmek istiyorum! Denize dönmek istiyorum! Denize dönmek istiyorum!
Hasret
Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli, belini sarmayalı, gözünün içinde durmayalı, aklının aydınlığına sorular sormayalı, dokunmayalı sıcaklığına karnının. Yüz yıldır bekler beni bir şehirde bir kadın. Aynı daldaydık, aynı daldaydık. Aynı daldan düşüp ayrıldık. Aramızda yüz yıllık zaman, yol yüz yıllık. Yüz yıldır alacakaranlıkta koşuyorum ardından.
Hürriyet Kavgası
Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler, dalga dalga aydınlık oldular, yürüdüler karanlığın üstüne. Meydanları zaptettiler yine. Beyazıt\'ta şehit düşen silkinip kalktı kabrinden, ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını yıktı Şahmeran\'ın mağarasını. Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar. Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır. Safları sıklaştırın çocuklar, bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.
İnsan
Ya hayrandır sana ya düşman Ya hiç yokmuş gibi unutulursun Ya da bir dakka bile çıkmazsın akıldan
Japon Balıkçısı
Denizde bir bulutun öldürdüğü Japon balıkçısı genç bir adamdı. Dostlarından dinledim bu türküyü Pasifik\'te sapsarı bir akşamdı. Balık tuttuk yiyen ölür. Elimize değen ölür. Bu gemi bir kara tabut, lumbarından giren ölür. Balık tuttuk yiyen ölür, birden değil, ağır ağır, etleri çürür, dağılır. Balık tuttuk yiyen ölür. Elimize değen ölür. Tuzla, güneşle yıkanan bu vefalı, bu çalışkan elimize değen ölür. Birden değil, ağır ağır, etleri çürür, dağılır. Elimize değen ölür... Badem gözlüm, beni unut. Bu gemi bir kara tabut, lumbarından giren ölür. Üstümüzden geçti bulut. Badem gözlüm beni unut. Boynuma sarılma, gülüm, benden sana geçer ölüm. Badem gözlüm beni unut. Bu gemi bir kara tabut. Badem gözlüm beni unut. Çürük yumurtadan çürük, benden yapacağın çocuk. Bu gemi bir kara tabut. Bu deniz bir ölü deniz. İnsanlar ey, nerdesiniz? Nerdesiniz?
Karıma Mektup
Bir tanem! Son mektubunda: "Başım sızlıyor yüreğim sersem!" diyorsun. "Seni asarlarsa seni kaybedersem," diyorsun, "yaşayamam!" Yaşarsın, karıcığım, kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda; yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı, en fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı. Ölüm bir ipte sallanan bir ölü. Bu ölüme bir türlü razı olmuyor gönlüm. Fakat emin ol ki, sevgili, zavallı bir çingenenin kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli geçirecekse eğer ipi boğazıma, mavi gözlerimde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar Nazım'a! Ben, alacakaranlığında son sabahımın dostlarımı ve seni göreceğim, ve yalnız yarım kalmış bir şarkının acısını toprağa götüreceğim... Karım benim! İyi yürekli, altın renkli, gözleri baldan tatlı arım benim; ne diye yazdım sana istendiğini idamımın, daha dava ilk adımında ve bir şalgam gibi koparmıyorlar kellesini adamın. Haydi bunlara boş ver. Bunlar uzak bir ihtimal! Paran varsa eğer bana fanila bir don al, tuttu bacağımın siyatik ağrısı. Ve unutma ki daima iyi şeyler düşünmeli bir mahpusun karısı.
Kerem Gibi
Hava kurşun gibi ağır!! Bağır bağır bağır bağırıyorum. Koşun kurşun erit- -meğe çağırıyorum... O diyor ki bana: - Sen kendi sesinle kül olursun ey! Kerem gibi yana yana... "Deeeert çok, hemdert yok" Yürek- -lerin kulak- -ları sağır... Hava kurşun gibi ağır... Ben diyorum ki ona: - Kül olayım Kerem gibi yana yana. Ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak, nasıl çıkar karan- -lıklar aydın- -lığa.. Hava toprak gibi gebe. Hava kurşun gibi ağır. Bağır bağır bağır bağırıyorum. Koşun kurşun erit- -meğe çağırıyorum.....
Kız Çocuğu
Kapıları çalan benim kapıları birer birer. Gözünüze görünemem göze görünmez ölüler. Hiroşima'da öleli oluyor bir on yıl kadar. Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar. Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu. Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu. Benim sizden kendim için hiçbir şey istediğim yok. Şeker bile yiyemez ki kağıt gibi yanan çocuk. Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ver. Çocuklar öldürülmesin şeker de yiyebilsinler.
Mavi Gözlü Dev, Minnacık Kadın ve Hanımelleri
O mavi gözlü bir devdi. Minnacık bir kadın sevdi. Kadının hayali minnacık bir evdi, bahçesinde ebruli hanımeli açan bir ev. Bir dev gibi seviyordu dev. Ve elleri öyle büyük işler için hazırlanmıştı ki devin, yapamazdı yapısını, çalamazdı kapısını bahçesinde ebruli hanımeli açan evin. O mavi gözlü bir devdi. Minnacık bir kadın sevdi. Mini minnacıktı kadın. Rahata acıktı kadın yoruldu devin büyük yolunda. Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, girdi zengin bir cücenin kolunda bahçesinde ebruli hanımeli açan eve. Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev, dev gibi sevgilere mezar bile olamaz: bahçesinde ebruli hanımeli açan ev..
Mavi Liman
Çok yorgunum, beni bekleme kaptan. Seyir defterini başkası yazsın. Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman. Beni o limana çıkaramazsın...
Nikbinlik
Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler göre- -ceğiz... Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar, ışıklı maviliklere süre- -ceğiz... Açtık mıydı hele bir son vitesi, adedi devir. Motorun sesi. Uuuuuuuy! çocuklar kim bilir ne harikûlâdedir 160 kilometre giderken öpüşmesi... Hani şimdi bize cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır, yalnız cumaları yalnız pazarları.. Hani şimdi biz bir peri masalı dinler gibi seyrederiz ışıklı caddelerde mağazaları, hani bunlar 77 katlı yekpare camdan mağazalardır. Hani şimdi biz haykırırız Cevap: açılır kara kaplı kitap: zindan.. Kayış kapar kolumuzu kırılan kemik kan. Hani şimdi bizim soframıza haftada bir et gelir. Ve çocuklarımız işten eve sapsarı iskelet gelir.. Hani şimdi biz.. İnanın: güzel günler göreceğiz çocuklar güneşli günler göre- -ceğiz. Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar, ışıklı maviliklere süre- -ceğiz.....
Otobiyografi
1902\'de doğdum doğduğum şehre dönmedim bir daha geriye dönmeyi sevmem üç yaşımda Halep\'te paşa torunluğu ettim on dokuzumda Moskova\'da komünist Üniversite öğrenciliği kırk dokuzumda yine Moskova\'da Tseka-Parti konukluğu ve on dördümden beri şairlik ederim kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir ben ayrılıkların kimi insan ezbere sayar yıldızların adını ben hasretlerin hapislerde de yattım büyük otellerde de açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir otuzumda asılmamı istediler kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini verdiler de otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ\'dan Havana\'ya Lenin\'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924\'de 961\'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır partimden koparmağa yeltendiler beni sökmedi yıkılan putların altında da ezilmedim 951\'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün 52\'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım şu kadarcık haset etmedim Şarlo\'ya bile aldattım kadınlarımı konuşmadım arkasından dostlarımın içtim ama akşamcı olmadım hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana başkasının hesabına utandım yalan söyledim yalan söyledim başkasını üzmemek için ama durup dururken de yalan söyledim bindim tirene uçağa otomobile çoğunluk binemiyor operaya gittim çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21\'den beri camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye ama kahve falıma baktırdığım oldu yazılarım otuz kırk dilde basılır Türkiye\'mde Türkçemle yasak kansere yakalanmadım daha yakalanmam da şart değil başbakan filân olacağım yok meraklısı da değilim bu işin bir de harbe girmedim sığınaklara da inmedim gece yarıları yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında ama sevdalandım altmışıma yakın sözün kısası yoldaşlar bugün Berlin\'de kederden gebermekte olsam da insanca yaşadım diyebilirim ve daha ne kadar yaşarım başımdan neler geçer daha kim bilir.
Piraye İçin Yazılmış Saat 21 Şiirleri
Ne güzel şey hatırlamak seni : ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken... Ne güzel şey hatırlamak seni : bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin ve saçlarında vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının... İçimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti... Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının, güneşli bir rahatlık ve etin daveti : kıpkızıl çizgilerle bölünmüş sıcak koyu bir karanlık... Ne güzel şey hatırlamak seni, yazmak sana dair, hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek : filânca gün, falanca yerde söylediğin söz, kendisi değil edasındaki dünya... Ne güzel şey hatırlamak seni. Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine : bir çekmece bir yüzük, ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım. Ve hemen fırlayarak yerimden penceremde demirlere yapışarak hürriyetin sütbeyaz maviliğine sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım... Ne güzel şey hatırlamak seni : ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken...
Piraye İçin Yazılmış Saat21 Şiirleri1945 yılı Aralık ayının
İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan, giyin, kuşan, benze bahar ağaçlarına... Hapisten mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına, kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını, böyle bir günde yılgın ve kederli değil, ne münasebet, böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nâzım Hikmetin kadını...
Piraye İçin Yazılmış Saat 21 Şiirleri - 20 Eylül 1945
Bu geç vakit bu sonbahar gecesinde kelimelerinle doluyum; zaman gibi, madde gibi ebedî, göz gibi çıplak, el gibi ağır ve yıldızlar gibi pırıl pırıl kelimeler. Kelimelerin geldiler bana, yüreğinden, kafandan, etindendiler. Kelimelerin getirdiler seni, onlar : ana, onlar : kadın ve yoldaş olan... Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar, kelimelerin insandılar...
Piraye İçin Yazılmış Saat 21 Şiirleri - 23 Eylül 1945
O şimdi ne yapıyor şu anda şimdi, şimdi? Evde mi, sokakta mı, çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı? Kolunu kaldırmış olabilir, - hey gülüm, beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!...- O şimdi ne yapıyor, şu anda, şimdi, şimdi? Belki dizinde bir kedi yavrusu var, okşuyor. Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir, - her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren sevgili, canımın içi ayaklar!...- Ve ne düşünüyor beni mi? Yoksa ne bileyim fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi? Yahut, insanların çoğunun neden böyle bedbaht olduğunu mu? O şimdi ne düşünüyor, şu anda, şimdi, şimdi?...
Piraye İçin Yazılmış Saat 21 Şiirleri - 24 Eylül 1945
En güzel deniz : henüz gidilmemiş olanıdır. En güzel çocuk : henüz büyümedi. En güzel günlerimiz : henüz yaşamadıklarımız. Ve sana söylemek istediğim en güzel söz : henüz söylememiş olduğum sözdür...
Piraye İçin Yazılmış Saat 21 Şiirleri - 8 Ekim 1945
Çekilmez bir adam oldum yine : uykusuz, aksi, nâlet. Bir bakıyorsun ki ana avrat söver gibi, azgın bir hayvanı döver gibi bugün çalışıyorum, sonra bir de bakıyorsun ki ağzımda sönük bir cıgara gibi tembel bir türkü sabahtan akşama kadar sırtüstü yatıyorum ertesi gün. Ve beni çileden çıkartıyor büsbütün kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet... Çekilmez bir adam oldum yine : uykusuz, aksi, nâlet. Yine her seferki gibi haksızım. Sebep yok, olması da imkânsız. Bu yaptığım iş ayıp rezalet. Fakat elimde değil seni kıskanıyorum beni affet...
Şehitler
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri, mezardan çıkmanın vaktidir! Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri, Sakarya\'da, İnönü\'nde, Afyon\'dakiler Dumlupınar\'dakiler de elbet ve de Aydın\'da, Antep\'te vurulup düşenler, siz toprak altında ulu köklerimizsiniz yatarsınız al kanlar içinde. Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri, siz toprak altında derin uykudayken düşmanı çağırdılar, satıldık, uyanın! Biz toprak üstünde derin uykulardayız, kalkıp uyandırın bizi! Uyandırın bizi! Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri, mezardan çıkmanın vaktidir!
Seni Düşünmek
Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey, dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey... Fakat artık ümit yetmiyor bana, ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum...
Sevgilim
Sevgilim, başlar önde, gözler alabildiğine açık, yanan şehirlerin kızıltısı, çiğnenen ekinler ve bitmez tükenmez ayak sesleri : gidiliyor. Ve insanlar katlediliyor : ağaçlardan ve danalardan daha rahat daha kolay daha çok. Sevgilim, bu ayak sesleri, bu katliâmda hürriyetimi, ekmeğimi ve seni kaybettiğim oldu, fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman...
Sevgilim
Sevgilim yalan söylersem sana Kopsun ve mahrum kalsın dilim Seni seviyorum demek bahtiyarlığından Sevgilim yalan yazarsam sana Kurusun ve mahrum kalsın elim Okşayabilmek saadetinden seni Sevgilim yalan söylerse sana gözlerim İki nadim gözyaşı gibi avuçlarıma aksınlar Ve göremesinler seni bir daha
Seviyorum Seni
Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi Geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi Ağır posta paketini neyin nesi belirsiz telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi Seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi İstanbul\'da yumuşacık kararırken ortalık içimde kımıldayan birşeyler gibi Seviyorum seni Yaşıyoruz çok şükür der gibi.
Tahirle Zühre Meselesi
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte yani yürekte. Meselâ bir barikatta dövüşerek meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken meselâ denerken damarlarında bir serumu ölmek ayıp olur mu? Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir ayrılmak istemezsin dünyadan ama o senden ayrılacak yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı? Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden? Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Türkiye İşçi Sınıfına Selâm!
Türkiye işçi sınıfına selâm! Selâm yaratana! Tohumların tohumuna, serpilip gelişene selâm! Bütün yemişler dallarınızdadır. Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir, haklı günler, büyük günler, gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan, ekmek, gül ve hürriyet günleri. Türkiye işçi sınıfına selâm! Meydanlarda hasretimizi haykıranlara, toprağa, kitaba, işe hasretimizi, hasretimizi, ayyıldızı esir bayrağımıza. Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selâm! Paranın padişahlığını, karanlığını yobazın ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selâm! Türkiye işçi sınıfına selâm! Selâm yaratana!
Vatan Haini
"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet. Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ." Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla, bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson\'un 66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira. "Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ." Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim. Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim. Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla : Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Yaşamak Seni Sevmek Gibi...
Meydan yerinde kampana vurdu. Nerdeyse koguşlarin kapilari kapanir. Bu sefer hapislik uzun sürdü biraz: 8 yil... Yaşamak ümitli bir iştir, sevgilim. Yaşamak: Seni sevmek gibi ciddi bir iştir.
Yaşamaya Dair - I
Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak. Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde. Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından.
Yaşamaya Dair - II
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, yani, beyaz masadan, bir daha kalkmamak ihtimali de var. Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz en son ajans haberlerini. Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, diyelim ki, cephedeyiz. Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu. Diyelim ki hapisteyiz, yaşımız da elliye yakın, daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla yani, duvarın ardındaki dışarıyla. Yani, nasıl ve nerede olursak olalım hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
Yaşamaya Dair - III
Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, yani bu koskocaman dünyamız. Bu dünya soğuyacak günün birinde, hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya "Yaşadım" diyebilmen için...
Yine De İyimserlik
kardeşim sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana uçak sağ salim inebilsin meydana doktor gülerek çıksın ameliyattan kör çocuğun açılsın gözleri delikanlı kurtarılsın kurşuna dizilirken birbirine kavuşsun yavuklular düğün dernek yapılsın hem de susuzluk da suya kavuşsun ekmek de hürriyete kardeşim sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana onların dediği çıkacak eninde de sonunda da...
Yine Sana Dair
Sende, ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini, sende, ben, kumarbaz macerasını keşiflerin, sende uzaklığı, sende, ben, imkansızlığı seviyorum. Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine ve kan ter içinde, aç ve öfkeli, ve bir avcı istihasıyla etini dişlemek senin. Sende, ben, imkansızlığı seviyorum, fakat asla ümitsizliği değil...
Yürümek
Yürümek; yürümeyenleri arkanda boş sokaklar gibi bırakarak, havaları boydan boya yarıp ikiye bir mavzer gözü gibi karanlığın gözüne bakarak yürümek!.. Yürümek; dost omuzbaşlarını omuzlarının yanında duyup, kelleni orta yere yüreğini yumruklarının içine koyup yürümek!.. Yürümek; yolunda pusuya yattıklarını, arkadan çelme attıklarını bilerek yürümek... Yürümek; yürekten gülerekten yürümek...